top of page

BU DÜNYADA, GELİP GEÇERKEN BIRAKTIĞIM EN GÜZEL İZ

Yazarın fotoğrafı: Rebi AkademiRebi Akademi

Eduardo Galeano, Julio Cortázar, Mario Vargas Llosa, Juan Rulfo gibi pek çok yazarın eserlerini dilimize çeviren, İspanyolca ve Fransızcadan yaptığı çevirilerle birçok eseri dilimize kazandırmış olan, 2021 yılında Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’nü alan değerli çevirmenimiz Süleyman Doğru’yu web sitemizde ağırladık. Çevirdiği ilk eserden çevirmeyi en çok istediği esere, çalışma metodundan Türkiye’de çevirmen olmakla diğer ülkelerde çevirmen olmak arasındaki farka birçok konu üzerine konuştuk.



Kitaplara ve kitap çevirmeye olan ilginiz ne zaman başladı? Çevirmen olmaya nasıl karar verdiniz?


Aslında çeviriye ilgim İstanbul Üniversitesi Fransız Filoloji bölümünde okurken çok değerli hocalarla yaptığımız çeviri derslerinde başladı. Bir matematik denklemi çözercesine diller arasında köprü kurma uğraşı bana heyecan verici gelmişti. Derslerde yaptığımız çalışmalarda başta rahmetli Tahsin Yücel olmak üzere hocalarımdan gelen övgü ve teşvikler sık sık gururumu okşamıştı ama çeviri işine girmem için uzun yıllar geçmesi gerekti. İlk çevirime başlamam ise Telos Yayınları’ndan bir arkadaşım vasıtasıyla aldığım deneme çevirisinin beğenilmesi sayesinde oldu.

Çevirdiğiniz ilk eser hangisiydi?


İlk çevirim Telos Yayınları’ndan aldığım işte bu kitap oldu: İsa’nın Külleri. Catherine Clément isimli Fransız yazarın bu etkileyici romanı çok beğenildi. Hatta Ahmet Ümit tarafından bir yıl sonu anketinde, son yıllarda okudukları arasında en çok beğendiği üç roman arasında sayılması çok hoşuma gitti ve bu, işe devam etme konusunda motive edici oldu.


Bir çevirmen olarak çalışma metodunuz nedir? Çeviri sürecinde nasıl bir yol izlersiniz? Elbette bu sorunun cevabı çok uzundur ama kısaca anlatmanız mümkün olur mu?


İşe önce kitabı okuyarak başlarım. Eğer metin bilmediğim bir alanda, bilmediğim bir dönemde, hiç tanımadığım bir coğrafyada geçiyorsa birkaç günlük bir hazırlık safhası boyunca konuyla ilgili araştırma yapar, bilgi toplar ve kendime bir temel oluşturmaya çalışırım. Sonra çeviriye başlarım. Çeviri ilerlerken arada başa dönüp bitirdiğim bölümlerin okumasına girişir, üzerinden çok fazla geçmeden düzeltmeleri yaparım. Böylece bir yandan çeviriye devam ederken bir yandan da düzeltmeleri ve okumayı yaparak ilerlerim. Çeviri ve bu paralel okuma-düzeltme bitince metni tekrar baştan sona okur ve son düzeltmeleri, değişiklikleri yapıp yayın evine teslim ederim. Benim çalışma yöntemim bu.


Her yerde, her ortamda çeviri yapabiliyor musunuz? Yoksa özel şartlara ihtiyacınız oluyor mu?


Her yerde çeviri yapamıyorum. En verimli çalışmayı kendi evimde oluşturduğum çalışma ortamımda yapıyorum ama yaptığım çevirilerin okuma ve düzeltmelerini her ortamda –parkta, kafede, metroda, plajda– yapabiliyorum. Çeviri yaparken genellikle klasik müzik ya da caz dinliyorum ama bazen çevirdiğim metinde geçen ya da metinle alakalı müzikleri de dinlediğim oluyor. Ortamdan kaynaklanan bir odaklanma sorunu yaşıyorsam hemen çalışmayı bırakıyorum çünkü böyle koşullarda ya iş ilerlemiyor ya da istediğim gibi çıkmıyor. Yazarın üslubu ve metnin özüyle bir tür iletişim kurabilmek için ideal bir ortamın çok faydası oluyor.





Türkiye şartlarında çevirmenlik ile diğer ülkelerdeki çevirmenlik arasında büyük fark var mı? Ülkemizde çevirmenler ne gibi problemlerle karşılaşıyorlar?


Elbette ki çok fark var ama diğer ülkeler deyince aklıma daha ziyade gelişmiş ülkeler yani Avrupa ve Amerika geliyor. Yoksa Asya ya da Afrika ülkeleri konusunda hiç bilgim yok. Gelişmiş ülkelerde yayıncılık sektörü daha çok geliştiği, kişi başına okunan kitap sayısı bizim katbekat üzerimizde olduğu için bu işten elde edilen gelir de tabii ki farklı oluyor. Oralarda iyi bir çevirmen bu işten kazandığı parayla rahat rahat yaşayabiliyor ama bizim ülkemizde sadece çeviriyle yaşayabilmek mümkün değil. Ayrıca sosyal haklar konusunda da çok gerideyiz. Hiçbir sosyal güvencesi olmadan çalışan ve bir şeyler üretmeye uğraşan arkadaşlarımız var. Bazen emeklerinin karşılığını yayınevlerinden tahsil etmekte zorlanan çevirmenler olduğunu duyuyoruz. Neyse ki çevirmenlerin haklarını korumak ve çalışma koşullarını iyileştirmek için özveriyle çalışan arkadaşları bir çatı altında toplayan “ÇEVBİR” diye bir örgütümüz var ve bu konuda büyük bir mücadele veriliyor.


Keşke bu kitabı ben çevirseydim ya da çevirsem dediğiniz bir kitap var mı?


İlk kez Tomris Uyar’ın İngilizceden çevirisinden okuduğumda müthiş etkilendiğim Pedro Páramo’yu o sırada çevirmek hiç aklımdan geçmemişti çünkü henüz çevirmenlik yapmıyordum ama yıllar sonra bu kitabı İspanyolcadan çevirmem teklif edildiğinde büyük bir mutlulukla kabul etmiştim. O günden beri 5-6 defa okuduğum bu kitabı çevirmiş olmayı bu dünyada, gelip geçerken bıraktığım en güzel iz olarak düşüneceğim. Pedro Páramo okumayanlar ne demek istediğimi anlamayabilir ama o benim için bugüne dek yazılmış ve yazılacak en yüce metin. Onun dışında Cortázar’ın Seksek’ini günün birinde İspanyolcadan çevirmek istiyorum. Şu anda mevcut tek çevirisi Fransızcadan yapılmış. Uzun zamandır çok isteyip daha yeni başladığım çeviri maceram ise Marcel Proust’un Kayıp Zamanın Peşinde -“izinde” değil- isimli destanı. O metnin de hakkını vermek için çok çalışıyorum.


Bir dile hâkim olmak çevirmen olabilmek için yeterli midir?


Bir dile hâkim olmak, o dili çok iyi bilmek kesinlikle yeterli değil. Hem kaynak dili hem de hedef dili çok iyi bilmeniz gerekiyor ama bu da tek başına yeterli bir koşul değil. Ayrıca çok iyi bir okur olmanız, dünyadaki her şeye karşı merak duymanız, araştırmayı sevmeniz, biraz çileci olmanız -çünkü iğneyle kuyu kazıyorsunuz- gerekiyor. Çevirmenliğin ne olduğunu anlamak istiyorsanız, eğer yabancı diliniz de varsa şöyle rastgele bir sayfa alıp onu çevirmeyi deneyin. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

 

Bu röportajı ekip arkadaşımız Sevde Dilruba Ünyeli hazırlamıştır.


Comments


bottom of page