Yılın her günü olduğu gibi güneş bütün yakıcılığıyla şehri kavuruyordu. Pencerenin önündeki saksıda bir mor menekşe can çekişiyor, ön ayaklarını ovuşturan kara sinek saksı tabağının gölgesine sığınıyordu.
Sadece kapakları değil, çekmeceleri bile gıcırdayan gardıroptan en güzel elbisesini seçti. Karpuz kolları, fırfırlı kol uçları, iki kat eteği olan beyaz parlak bir kumaştan dikilmiş bu elbise hiç de gösterişsiz sayılmazdı. Takacak bir takısı olmasa bile saçlarını öyle alelâde toplayamazdı. Kara bir şelale gibi omuzlarından akan, uzun, gür saçlarını ensesinde özenli bir topuz yaptı. Sağından solundan boyası dökülmüş, menteşeleri tümüyle paslanmış ahşap kutudan çıkardığı kuş figürlü tokayı taktı. Küçük siyah taşların bazıları artık yerlerinde olmasa da hâlâ onun bir kuş olduğu anlaşılıyordu.
Annesinden kalma yumurta topuklu, bal rengi ayakkabıları giymek için daha uygun bir zaman olamazdı. Gerçi ayakkabılar ona bir numara küçüktü, sol ayağının serçe parmağı su toplayacak, sağ ayak baş parmağındaki tırnak, gördüğü baskıya direnemeyip kendini ete gömecekti ama bütün bunlara değerdi. Biraz sonra yapacağı şey bir ayraç gibi hayatını ikiye ayıracak, bugün bir milat olacaktı. Kendi miladını başlatmak için gözünü yeterince karartmış, olanca cesaretini kuşanmıştı. Mutsuz geçen kırk yılın acısını çıkarabileceği bir ömür için Bay Parker’a güveniyordu. Sokakta bekleyen at arabalarından birine binerken dantelleri sararmış şemsiyesini kapattı, kalan son parasını arabacıya verdi.
— Merhaba, Bay Parker’la randevum vardı.
— Kim diyeyim hanımefendi?
— Hayallerini aldırmak isteyen bir zavallı, diyebilirsiniz.
Bay Parker ve asistanı birkaç sorudan sonra onu sıradan bir sandalyeye oturttular. Bir bidonun üzerine koyulmuş bir şamdan gibi görünen düş emiciyi getirdiler. Bu tuhaf makineyi ve kablosunun sarılı olduğu makarayı taşıyan masa; uçları sarı püsküllü, mor, kadife bir örtü ile örtülüydü.
Asistan özel eldivenini giydikten sonra kablonun ucundaki ince demir çubuğu aldı, hayallerini aldırmak isteyen kadının alnına dayadı. Bay Parker’ın söylediğine göre üç dakika sonra her şey bitecekti. Bu makine hayallerini hatta en küçük beklentilerini bile emip içindeki değirmenle onları birer düş ezmesine dönüştürecekti. Toz hâline getirilen bütün düşler gibi onlar da bir uçurumdan aşağı savrulacaklardı. Kadın artık hiç mutsuz olmayacaktı. Kalbi kırılmayacaktı. Ne de olsa hayalleri olmayan birinin hayal kırıklığı da olmazdı.
İşler planlandığı gibi gitmedi. Kadının hayalleri dirençliydi. Beyninin bir kıvrımına, kalbinin bir odasına müthiş bir güçle tutunmuş, adeta zincirlenmiş, düğümlenmişlerdi. Düş emiciye karşı öyle kararlı ve gururlu bir mücadele veriyorlardı ki üçüncü dakikanın ilk yarısında kalp, hayallerden değil hayattan vazgeçmeyi seçti ve durdu. Bay Parker bastonunu yere sertçe vurdu. Beyaz papyonunu düzeltirken asistanına "Bunu da diğerlerinin yanına koyun," dedi.
Pencerenin önündeki saksıda can çekişen mor menekşeye su verecek kimse kalmamıştı.
Metin Editörü: Sevde Dilruba Ünyeli
Comments